7 Şubat 2011 Pazartesi

Şehir

Ben bu şehri bazen seviyorum..

Geceleyin, hengamesi bittiğinde, boş caddelerini arşınlarken seviyorum..

Buz gibi akşamlarında İstiklal'de yürürken, bir kestanecinin mangalından gelen sıcağı hissettiğimde seviyorum.. Yorgun bir köpek misali dilim dışarıda gezdiğim kavurucu yaz günlerinde yanıbaşımda; \"buz gibi sudan içeeeen!\" diye bağıran bir çocuk bittiğinde seviyorum..

Adres sorduğum esnaf işini gücünü bırakıp bana yol gösterdiğinde bu şehri seviyorum.. İnsanlarını, birbirlerine yardım ederlerken seyrediyorum uzaktan, işte o zaman seviyorum.. Gecenin bir vakti, çakırkeyf kadınlarının rahatsız edilmeden yürüdüklerini görürsem mesela..

Bu şehrin insanları vardiya usulü çalışarak, bu şehrin uyumasına izin vermezler.. Gün ağardığı anda iş başı yapmak zorunda olan, gün ağarana kadar eğlenmeye devam edenden devralır şehri uyanık tutma nöbetini.. Tam da o nöbet değişimi yaşanırken seviyorum bu şehri..

Evden çıkmak için hiçbir sebebimin olmadığı bir günün sabahında, şakır şakır yağmurun sesine uyandıysam seviyorum onu.. Güneş, erguvanların açmasına önayak olmak için doğduysa yeniden aşık oluyorum bu şehre..

Aşiyan'dan Arnavutköy'e, elimde başka bir el varken yürüyünce seviyorum.. Galata Köprüsü'nde serseri misinalardan kaçmaya çalışırken seviyorum.. Eğer suyla dolu kovalarda balıkçıların mutluluğunu görürsem daha da çok..

Tarihi Yarımada'sını, heybetli surlarını, şaşaalı saraylarını gördüğümde seviyorum.. Senden binlerce yıl önce yaşamış insanların bile bu şehre hayran olduğunu biliyorsun ya, işte o hissi seviyorum..

Tarihi Yarımada'ya giden tramvaylarda bin bir dilden konuşan gezginleri gördüğümde seviyorum.. Öyle bir sevmek ki kıskanmıyorsun sevdiğini, başkaları da ona bayılsın istiyorsun..

Vapurla Kadıköy'e geçiyorsam, tam Haydarpaşa'nın önünde, benden tek beklentisi bir lokma simit olan martılar haraç almaya geldiklerinde seviyorum.. Tam onlar gelirken arkalarından güneş parlar da onları göremezsem mesela gözlerim kamaştığından, sadece aceleci çığlıklarını duyarsam..

Kanlıca senin, Emirgan benim boğaz turu yaparken eski, ahşap yalılarına karşıdan baktığımda seviyorum.. O yalıların belki de hiçbir zaman sahibi olamayacağımı biliyorsam dahi.. Zevkle tasarlanmış bir yapıyı görmenin sevinciyle sadece..

Bahar henüz gelmişken.. Adalar'da.. Ayaklarımın altında pedallar, fayton çeken emektar bir atı kendime rakip görüp yarışmaya başladığımda.. Sonra en büyük adanın, en tepesine çıkıp; o terle, o yorgunlukla buz gibi bira içip Bostancı sahilini seyredince unutuyorum sevemediğim zamanlarını..

Ben bu şehri çoğu zaman seviyorum..

5 yorum:

  1. "o yalılar"a hiç sahip olamamak belki de hayatta daha temiz kalmaya eşittir.yani bence öyledir.güzel yazı olmuş.tat aldım.umarım bende bu sene hedeflerime ulaşır,"şehir"e ayak basarım.sevgilerimle.
    sfteses@gmail.com

    YanıtlaSil
  2. teşekkürler.. umarım ayak basarsınız.. :)

    YanıtlaSil
  3. Bu şehri en çok ben severim sanırdım. Başkaları sevmesindi, benim olsundu. Ama öğrendim ki ne kadar çok yürek bağlarsa kendini bir şehre o kadar büyür, serpilirmiş.
    Bu şehrin zıvanası bozuk. Bazen ana avrat sövdürüyo kendine, bazen öptürüyor taşı toprağı.
    İstanbul'da bayan olmak zor, İstanbul'da bayan olmak zor olduğu kadar da güzel:)
    Keyifle okuduğum bir yazıydı. Tebrikler.

    YanıtlaSil
  4. teşekkür ederim..
    siz de çok güzel bi yorum yazmışsınız, tebrikler.. :)

    YanıtlaSil
  5. İstanbul'a yakışır bir İstanbul yazısı olmuş, yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil