30 Aralık 2010 Perşembe

Bu mevsimde ne işin var? (Bölüm 5: Sezon Finali)


Artık bu gezinin de sonu gelmişti ve son 2 günümü daha önce bir üniversite etkinliği için gittiği şehri anlat anlat bitiremeyen bir arkadaşımın etkisiyle Uppsala'da geçirmek niyetindeydim.. Ya da benim ona taktığım isimle; Oops-ala..

Uppsala, Stockholm'ün biraz kuzeyindeki bir İsveçli öğrenci cenneti.. Şehir nüfusunun yarısının öğrencilerden müteşekkil olduğunu duymuşluğum var.. Hal böyle olunca da soğuk olmasına rağmen cıvıl cıvıl bir şehir çıkmış ortaya.. Şehirdeki hareketi sağlayan da haliyle öğrenciler.. Uppsala'daki Nation(İsveççe okunuşu "Natun" ve anlamı İngilizce Nation ile aynı; millet, topluluk) adı verilen öğrenci toplulukları kendi mekanlarını yaratmışlar.. Bazıları geceleri partilerle coşarken, bazıları brunch vs. tarzı daha sakin aktiviteler düzenliyorlar.. Şehirdeki öğrencilere hem iş hem sosyalleşme imkanı sağlıyorlar.. Fevkalade fikir..

Şehri, belki genç bir turist için değil de doğma büyüme İsveçli biri için, daha önemli yapan şey ise Uppsala'nın İskandinavya'nın en büyük katedralini bulundurması.. Şehrin kuşkusuz en önemli ve görülmesi gereken binası 1200'lerde inşa edilmiş bu tarihi ve devasa katedral, Domkyrkan.. Bu katedral dışında şehir genel olarak üniversitelere ait binalarla doldurulmuş durumda.. Bir de şehri boydan boya geçen nehirleri var, Fyrisån..

2. interrail macerası da Uppsala ziyareti ile virgüllendi.. Noktalandı yazmaya elim varmadı çünkü noktalandığı falan yok.. Ben imkan buldukça maceralar devam edecek.. Sadece tarihi belli değil.. Interrail, bağımlılık yapan bir macera..

Bu arada, gerek blogdaki yazıların altına yorum yazarak, gerek Formspring'de sorular sorarak, gerek Ekşi Sözlük üzerinden mesaj atarak, gerek de beni bir şekilde Facebook'tan bulup mesaj atarak Interrail hakkında sorular soran herkesin içini rahatlatacak bir haberim var.. Önümüzdeki ayın ilk yazısı(belki onu da bir seri olarak yazarım) genel olarak Interrail'a adanacak.. "Interrail nedir, nasıl yapılır, ne kadar para harcanır, nerelere gidilip nerelerde kalınmalıdır?" gibi sorulara dilim döndüğünce cevaplar vermeyi düşünüyorum.. Bu yazıların sizin merak ettiklerinize daha çok derman olması için bu aralar Formspring üzerinden bana sorular yazabilirsiniz.. Böylelikle ben de bir sonraki blogu yazarken o sorulara cevap vermeye çalışırım.. Formspring adresi: http://formspring.me/mavigozluev


(Buradaki fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)

27 Aralık 2010 Pazartesi

Bu mevsimde ne işin var? (Bölüm 4: Kopenhag'a bakmıştım da?)


Bergen'in çevresindeki küçük şehirler ve başkent Oslo dışında başka bir demiryolu bağlantısı olmadığı için, Bergen'den sonraki durak olan Kopenhag'a gitmenin tek yolu Bergen-Oslo-Göteborg-Kopenhag güzergahını takip etmek.. Neyse ki arada transfer yapmak zorunda olunan bütün trenlerin saatleri birbirine göre ayarlanmış.. Örneğin, Oslo treni Göteborg'a gelmeden, Göteborg'da bekleyen Kopenhag treni hareket etmiyor.. Aslında Danimarka'nın, İskandinavya yarımadasındaki kankaları İsveç ve Norveç ile kara bağlantısı yok.. Ancak İsveç'in 2. büyük şehri olan Göteborg'dan kalkan tren, İsveç'in 3. büyük şehri Malmö ve Kopenhag arasındaki köprüden geçerek Kopenhag'a varıyor.. Avrupalı, demiryolunu önemsediği için, nereye köprü yapsa demiryolunu mutlaka planlarına dahil etmiş.. Üstelik Malmö'den sonra, tren önce Kopenhag Havalimanı istasyonunda duruyor.. Ki bu durumda ben Malmö'de yaşayan biri olsam, uluslararası bir uçuş için Stockholm'ü değil Kopenhag'ı tercih ederim.. Malmö'ye ve çevredeki şehirlere(misal, öğrenci şehri Lund) gitmeyi düşünenlerin aklında olsun..

Kopenhag'da, tren garını geride bıraktıktan sonra, eğer daha önceden Amsterdam'ı görmüş biriyseniz, kısa süreli bir şok geçirmeniz garip olmaz.. Kopenhag; Stockholm, Oslo gibi bir İskandinav başkentinden çok Amsterdam'a benziyor, hatta neredeyse aynısı.. Binalar, parklar ve hatta kanallar.. Bu yüzden ilk gittiğinizde bir süre Kopenhag'dan farklı bir yere geldiğinizi düşünüyorsunuz.. Bu benzerliğin bir sebebi var aslında.. Kopenhag'ı Kopenhag yapan, üzerindeki pek çok tarihi binanın ve anıtın dikilmesini emreden Danimarka Kralı Christian IV, yaptığı Amsterdam ziyaretinden çok etkileniyor ve ülkesinin başkentinin Amsterdam'a benzemesi için elinden geleni yapıyor.. Görünüşe bakılırsa da hedefinde oldukça başarılı olmuş.. Bugünkü Kopenhag şehir planı ise daha da enteresan ve yaratıcı.. Çünkü 1900'lü yılların ortasından itibaren uygulamaya konulan bir şehir planına göre Kopenhag, avuç içi şehrin tarihi bölgesi olmak üzere, bir el.. Şehir, 5 parmağın doğrultusunda genişliyor ve bu parmakların arasına imkanı yok inşaat izni verilmiyor, parmak araları yeşil bırakılıyor.. Dahiyane bir şehir plancılığı..

Kopenhag'dan bahsedilirken kesinlikle atlanmaması gereken bir bölge var: Christiania.. 70'lerden itibaren bu semte hippiler yerleşmeye başlamışlar ve burayı kurtarılmış bölgeleri haline getirmişler.. Bugün Christiania, 1000 kadar nüfusu ve organik tarım, özel yapım bisiklet gibi kendine ait geçim kaynakları olan özerk bir ülke gibi hareket ediyor.. Özerk bir ülke olduklarına o kadar inanmışlar ki, bu semtten ayrılırken üzerinizdeki tabelada "You are now entering the EU"(Şu anda AB'ye giriyorsunuz) yazıyor.. Sadece bu da değil.. Christiania'nın kendine özgü kuralları var.. Örneğin, içeride silah yasak, kavga yasak, ağır uyuşturucular(haplar, eroin) yasak, fotoğraf çekmek yasak.. Ama geri kalan her şey serbest.. Öyle ki, Danimarka'da uyuşturucu yasak olduğu halde bu semtte gündüzleri "ot" pazarı kuruluyor.. Mecazi bir anlatım değil, bildiğiniz pazar.. Tezgahlar, pazarcılar, fiyat etiketleri, çeşit çeşit "otlar".. Buradan alışveriş yapan insanlar semtin içindeki kafe, bar veya parklarda aldıklarını tüketebiliyorlar.. Kavga çıkarmadıkları sürece de daima özgürler.. İçerisi ayrıca muhteşem bir sokak sanatı sergisi.. Girerken bir tanesinin fotoğrafını çekebildim, ancak dediğim gibi içeriye girince fotoğraf çekmenize izin vermiyorlar.. Muhtemelen polislere karşı aldıkları bir önlem, saygı duymak lazım.. Hippi hareketine, sokak sanatına, "otlar"a meraklı herkesin hayatında en az bir defa görmesi gereken bir yer.. Keşke bütün dünya öyle olsa dediğiniz zamanlar oluyor..

Kopenhag'la ilgili diğer bir öneri ise kanal turu.. Tur, şehrin barları ve kafeleriyle ünlü kanal sahili Nyhavn'dan başlıyor ki zaten Nyhavn'ı da kesin görmeniz gerektiği için farklı bir yere yönelmeniz gerekmiyor tur için.. Kanal turu yaparken, hem şehirde görülmesi gereken çoğu noktayı uzaktan da olsa görüyorsunuz ve görülmesi gereken yerler hakkında genel bir fikriniz oluyor hem de bunların tarihi hakkında bilgi almış oluyorsunuz.. Üstelik kanal turu sırasında ilginizi çeken bir yer olursa inip o bölgeyi gezdikten sonra arkadan gelen tur teknesiyle dönmenize de imkan tanıyorlar.. Tur 1 saat kadar sürdüğü için tekneden hiç inmeseniz bile daha sonra ilginizi çeken yerlere gitme şansınız da oluyor.. Üstelik fiyatı da İskandinavya'daki ölümcül pahalılığa rağmen gayet uygun..

Bunun yanı sıra Kopenhag'da, hemen merkez tren istasyonunun karşısında Tivoli adlı bir lunapark var.. Ancak burası basit bir lunapark değil, dünyanın en eski 2.(1843'ten beri faaliyette) ve şu anda Avrupa'nın en çok ziyaret edilen 3. eğlence parkı.. Ancak girişi biraz pahalı olduğu için; oyuncaklarla, eğlence parklarıyla pek ilgili değilseniz es geçebileceğiniz bir mekan..



(Buradaki fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)

14 Aralık 2010 Salı

Bu mevsimde ne işin var? (Bölüm 3: Ellerinizi nasıl koruyorsunuz?)


Norveç'te dünyanın en pahalı şehirlerinden birini bırakıp, dünyanın başka "en"lerinden birine gidiyorum.. Norveç'in 2. büyük şehri olan Bergen, aynı zamanda dünyanın en çok yağış alan şehirlerinden bir tanesi.. Bu şehir, 365 günün 240'ında yağış alıyor ortalamaya göre.. Karşılaştırma açısından; İstanbul, bir yılın ortalama 124 gününü yağışlı geçiriyor.. Şansıma, ben güneşli geçen ender günlerden birine denk geldim..

Aslında Oslo-Bergen arasındaki tren yolculuğunun yol boyunca görülebilen manzaralar nedeniyle gündüz yapılması gerekliliği her yerde bas bas bağırılıyor.. Interrail ile ilgili sitelerde bu hat, Avrupa'nın en keyifli tren rotalarından biri olarak gösteriliyor.. Ancak az zamanda, çok ve büyük keşifler yapmak zorunda olduğum için günlerimi yolculukta harcamak istemedim.. Hem Oslo-Bergen arasını hem de dönüşü gece yolculuğu olarak yaptım.. Belki bir gün aynı yolu gündüz görme şansım da olur diye umuyorum.. Yani aklım kalmadı değil aslında..

Norveç'in 2. büyük kenti olmasının yanında, Bergen'i önemli yapan 2 şey daha var.. Birincisi, Bergen meşhur "Norveçli balıkçılar"ın şehri.. Kentin başlıca geçim kaynağı balıkçılık(Hayat Bilgisi dersime hoş geldiniz).. İkincisi, Norveç'in ve hatta İskandinavya'nın meşhur kıyı tipi olan fiyortların Atlas Okyanusu'ndaki kapısı.. Şehir kendisi de zaten fiyortların üzerine kurulu ama asıl fiyort manzarasını şehri eteklerinin altına alan Mount Fløyen'e çıkmaya cesaret ederseniz görüyorsunuz.. Zaten Bergen'i belki de Oslo'dan bile daha turistik yapan şey Mount Fløyen.. Buranın ilk 150 metresini şehir merkezinden kalkan bir füniküler tramvay ile çıkma şansınız var.. Ancak zirveye varmak için tırmanmanız gereken bir 450 metre daha kalıyor.. Bu 450 metre için takip edebileceğiniz farklı parkurlar var.. Ben kendimi o kadar kasamam diyenler için ise dağın farklı yönlerine giden daha farklı parkurlar var.. Bu parkurları takip ederseniz dağın çeşitli noktalarındaki göllere, piknik alanlarına, kamp alanlarına gidebiliyorsunuz.. Ama en güzel fiyort manzarası daima zirvede..

Tekrar şehre indikten sonra görülmesi gereken en önemli şey ise kuşkusuz ki UNESCO'nun koruması altındaki eski Bergen evleri.. Tamamen ahşaptan yapılan bu evlerin orijinalleri ne yazık ki yanmış.. Ancak yerlerine yapılan evlerin orijinalleriyle tıpatıp aynı olması için o kadar emek sarf etmişler ki evleri yeniden inşa ederken kullanılan tahtalar, evlerin ilk yapıldığı dönemde kullanılan baltalar yeniden üretildikten sonra kesilmiş.. Sonuçta ortaya Bergen'in ortasında ahşap bir mahalle çıkmış.. Ahşap evlerden sonraki ilk hedef, Norveçli balıkçıların yuvası olan Bergen Balık Pazarı.. Yeri gelmişken belirtmekte yarar var; reklamlarda Norveçli balıkçıların ellerini koruma sırrı olarak gösterilen el kremi Norveç'te satılmıyor.. İlk fark ettiğim zaman benim için de sürpriz oldu, ama gerçek bu.. Ellerini neyle korudukları benim için hâlâ sır olsa da Norveçli balıkçılar oldukça iyi insanlar.. Sayelerinde hayatımda ilk defa balina eti yemiş oldum.. Bu pazara yolunuz düşerse balinasıdır, hakiki Norveç somonudur, bunlardan tatmayı ihmal etmeyin..

Oslo kadar kalabalık ve canlı bir şehir olmasa da, bana göre(ve aslında pek çok diğer insana göre)Bergen Oslo'dan daha güzel(en azından turistler için) bir şehir.. Özellikle arkadaş çevresinde doğa tutkunu, deniz tutkunu tabir edilen insanların bu şehri görmemesi hata olur..



(Buradaki fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)

6 Aralık 2010 Pazartesi

Bu mevsimde ne işin var? (Bölüm 2: Metro bileti ne kadar?)


Stockholm'den kalkan son Oslo treni öğleden sonra.. Yolculuk 6 saat sürüyor.. Yani akşama Oslo'dayım.. Yani Oslo'daki herhangi bir hostele bir gece daha fazla para ödemek zorundayım.. Ve emin olun bunu kimse istemez.. 2009 yılı verilerine göre dünyanın en pahalı şehri olarak kabul edilen Oslo'da, hostel fiyatları 25 Euro'dan başlıyor.. Bu da şu demek: İstanbul'da 3 yıldızlı bir oteldeki odanızda kafanızı dinlemek için ödeyeceğiniz parayı, Oslo'da 8 kişi tarafından paylaşılan bir odadaki yatağa ödüyorsunuz.. Mecburen ödendi..

Hostellerin şöyle bir güzelliği var.. 11'de çıkış yapmak zorunda olsanız bile genelde giriş katında bulunan odalara çantalarınızı bırakabiliyorsunuz.. Ertesi sabah çıkış yaptıktan sonra çantayı hostele bırakıyorum ve Oslo'nun keşfi başlıyor.. Tur özellikle The Vigeland Park'tan başlıyor ki hava kararmadan bu park görülebilsin.. Çünkü şehir neredeyse 60. derece enleminde(Kuzey Kutup Dairesi 66. dereceden başlar) ve bu nedenle öğleden sonra 3'te hava büyük ölçüde kararıyor.. Tıpkı diğer çoğu Avrupa şehri gibi Oslo'da da turistseniz toplu taşıma kullanmaya pek gerek duymuyorsunuz.. Çoğu turistik alan yürüme mesafesinde.. Üstelik turist dediğin yürümeli arkadaş! Başka türlü o şehrin dokusu öğrenilmez, tadı çıkmaz.. Yürürken fark ettiğim kadarıyla Oslo, Stockholm'den daha küçük ama daha kozmopolit.. Özetle, daha fazla yabancı göçmene ev sahibi olmuş.. Bunda muhtemelen petrol zengini Norveç'in İskandinav kardeşlerinden daha müreffeh olmasının etkisi var..

Gezmeye devam.. The Vigeland Park(Frogner Park) Norveçli heykeltıraş Vigeland'a eserlerini oluşturması için tahsis edilmiş bir bölge.. Aynı zamanda Oslo halkının yaz günlerini geçirdiği bir yeşil alan.. Zaten genel olarak Norveçliler heykel sanatına çok meraklı.. Nerede bir boşuk bulsalar, oraya bir heykel dikmişler.. Hal böyle olunca parklarını bir heykeltıraşın eserlerine ayırmaları tutarsız değil..

Turun başladığı yerden şehir merkezine doğru geldikçe başka bir parkla karşılaşıyorsunuz.. Burası da Kraliyet Parkı.. Tıpkı İsveç Hanedanı gibi Norveç Hanedanı da halkın rahatça gezebildiği bir yerde ikamet ediyor.. Bunu şöyle canlandıralım.. Önce Çankaya Köşkü'nün bahçesinin halkın piknik yaptığı bir park olduğunu düşünün, sonra da Cumhurbaşkanı'nın da o parkın sınırlarındaki köşkte yaşadığını.. Halkından hiç izole olmadan yani.. İki ülkedeki kraliyet ailelerinin yaşam tarzlarını görünce kafamdaki medeniyet tanımı vücut buldu adeta.. O akşam Oslo'da yaşayan bir Polonyalı olan ev sahibimle buluşmalıyım(bkz. Couchsurfing).. Sağolsun bana evini açacak, ben de bir gece daha hostel parası vermekten kurtulacağım.. Üstelik bu, Oslo'da yaşayan biriyle muhabbet etme imkanı.. Evi tarif ediyor.. Metroya biniyorum, söylediği durakta iniyorum, o beni duraktan alıyor.. Plan bu.. Ama asıl şok metro için bilet alırken yaşanıyor.. Oslo'da metro bileti 6 TL karşılığı Norveç Kronu(İstanbul'da 1.65 TL).. İşte şimdi de kafamdaki "pahalı" tanımı vücut buldu.. Ancak tabii ki Norveçliler bu konuda rahat, çünkü gelir düzeyleri de o derece yüksek.. Yeri gelmişken; Norveç hükümetinin planlamasına göre, Norveç önümüzdeki 50 yıl boyunca başka bir ekonomik faaliyette bulunmasa bile petrol gelirleri bütçelerini karşılayabiliyor ve 4 milyon nüfuslu ülkenin sağlık bütçesi, 20 milyon kişiye şu anki kalitede hizmet verecek güçte..

Oslo'da bunun dışında özellikle görülmesi gereken National Gallery(Ulusal Galeri), Opera Binası, Akershus Fortress(Akershus Kalesi) ve Aker Brygge var.. Galeride Norveçli ünlü ressam Munch'un tablolarını(özellikle en ünlü tablosu "Çığlık"ın orijinali) görebilirsiniz.. Opera Binası, denizden yükselen bir buz dağından esinlenilerek inşa edilmiş.. Akershus Kalesi ve Aker Brygge ise birbirine emanet edilmiş bir kale ve liman.. Aker Brygge'deki alışveriş merkezi; "zevksiz olmayan, şehrin dokusuyla barışık, ferah alışveriş merkezi nasıl yapılır?" sorusunun cevabı olarak yapılmış diye düşünüyorum..

(Buradaki fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)

2 Aralık 2010 Perşembe

Bu mevsimde ne işin var? (Bölüm 1: İskandinavya'nın Başkenti)


Uzun süredir görmeyi planlıyordum.. İnternette, makalelerde okuduğum; filmlerde, dizilerde seyrettiğim ve hep içinde olmaya imrendiğim kültürü artık yerinde görmeliydim.. Yalnız ufak bir sorun vardı.. Görmek istediğim ülkeler "biraz" kuzeydeydi ve kış o bölgeye, biz yazlık hayatımızı yeni yeni terk ederken geliyordu.. Durum böyle olunca, gideceğim bölgeyi soranların ikinci sorusu kişiye göre değişiklik göstermiyordu: "Bu mevsimde ne işin var?" İşte bu dizinin amacı; bu mevsimde, orada ne işim olduğunu sizlere anlatmak..

Bindiğim uçak İstanbul'dan havalandığında sıcaklık +18 derece civarındaydı.. Aynı uçak 3 saat sonra, Stockholm yakınlarında, karlarla örtülü bir ormanın ortasındaki havaalanına iniş yaptı.. Ben zaten o anda anlamıştım İskandinavya'ya geldiğimi.. Kar ve orman.. Ama İsveçliler herkesin nereye geldiğini anladığından emin olmak istemişlerdi.. Arlanda Havalimanı'nın içindeki panolarda şöyle yazıyordu: Stockholm - Capital Of Scandinavia(Stockholm - İskandinavya'nın Başkenti)..

Şehir merkezine adım attıktan sonra, Stockholm'de denizin üstündeki devasa bir platformda yürüyormuş hissine kapılıyor insan.. Zira Stockholm, 14 adanın birbirine köprülerle bağlanmasıyla oluşmuş bir şehir.. Sonuçta siz, değiştirdiğiniz her semtte aslında başka bir adaya geçmiş oluyorsunuz.. Adalar arasında yaşamayı o kadar kanıksamış ki Stockholm halkı, şehrin futbol takımları farklı adalardan çıkmış ve her adanın sakini kendi adasının takımını desteklemeye başlamış zamanla..

İşte bu 14 adanın merkezinde de, diğerlerine göre daha küçük bir ada yer alıyor.. Merkezde yer alan bu ada; Gamla Stan, yani Eski Şehir.. Burası şehrin tarihi merkezi.. Aslında bir bakıma bütün İsveç'in merkezi çünkü İsveç Parlamentosu ve Kraliyet Sarayı bu adada bulunmakta.. Kraliyet Sarayı kelimesi, başbakanı koruma ordusuyla dolaşan bir ülkenin vatandaşları için izole bir yapıyı çağrıştırıyor olsa gerek.. Ancak İsveç Kraliyet Ailesi, tarihi adanın tam ortasında, turistlerin müze olan bölümlerine rahatça girip çıktıkları ve hiçbir aşırı güvenlik önleminin olmadığı bir sarayda ikamet ediyor.. Keza parlamento binası da, insanların her dakika önünden geçebildikleri bir yapı.. Gamla Stan, bu önemli binaların yanı sıra, İskandinav mimarisinin güzel örneklerini, taş sokakları, butikleri, kafeleri üzerinde taşıyor..

Gamla Stan'ı geride bırakıp biraz yürümek Stockholm City Hall'e(il yönetim binası) ulaşmak için yeterli oluyor.. Yapımı sırasında 8 milyon kiremit kullanılan bu kiremit rengi binayı önemli ve özel yapan şey, Nobel ödüllerinin burada veriliyor olması.. Denize alabildiğine yaklaşmış bu binanın deniz kenarındaki avlusu muhteşem bir Gamla Stan manzarası sunuyor.. Gamla Stan'a tam karşıdan bakabiliyorsunuz..

Stockholm oldukça güzel, canlı ve güvenli bir şehir.. Tıpkı Oslo ve Kopenhag gibi, Stockholm'de de hayat çok pahalı; burada da çeşmeden içilen su, marketten alınan, şişelenmiş sudan daha güvenilir; burada da ulaşımın en temel aracı bisiklet ve burada da toplu taşıma oldukça gelişmiş.. Metro ağları, cuma ve cumartesi günleri 24 saat çalışıyor.. Bunu söyledikten sonra tahmin edebilirsiniz sanıyorum ama yine de söylemek gerekir: Stockholm'ün gece hayatı oldukça renkli.. İsveçliler içmeyi ve eğlenmeyi çok seviyorlar.. Küçük bir uyarı; güzel bir gece için Gamla Stan yerine şehirde yaşayanların tercih ettiği semtlere gidilmeli.. Fiyatlar Gamla Stan'dan ayrılınca yarıya iniyor.. Üstelik fiyatları yarıya inmiş haliyle bile Stockholm, Avrupa'nın diğer şehirlerine kıyasla daha pahalı..

Bütün bu söylediklerim aslında tek bir sonuca varıyor: Stockholm'ü görün!

(Buradaki fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)