28 Haziran 2010 Pazartesi

Hepimiz Geri Zekalıyız, Hepimiz Türk'üz

-Türkler geri zekalı bir millettir...

Ben bu iddiayı dillendirdikçe sinirden çıldırıyorlardı.. Hata bendeydi aslında, hiç bulaşmasam daha iyiydi.. Beklentim; uzun süredir göremediğim arkadaşlarımı görmek, birkaç bira içmek, maç seyretmek ve "bu kupayı Arjantin alır hacım" geyiği yapmaktı.. Ancak yan yana gelmesi en tehlikeli ikili yan yana gelmişti: Heyecanlı üniversite öğrencisi ve alkol.. Tabii ki yalan oldu benim geyik yapma hayallerim, birdenbire kendimi memleketi kurtarmaya hevesli gençlerin arasında buldum.. Oysa benim eskiden olduğu gibi memleketi kurtarmaya ne merakım, ne heyecanım, ne de isteğim var, ben kendimi kurtarmak istiyorum artık.. Ama kendimi o heyecanın içinde buldum ve tabii ki düşüncelerim dökülmeye başladı.. Her ne kadar bulaşmak istemesem de, benim de söyleyeceklerim vardır zira..

Ama benim düşüncelerim her zaman olduğu gibi marjinal geliyordu etrafımdakilere.. Bir tanesi hariç hepsi arkadaşlarım olduğu için benim bu tarz marjinal çıkışlarıma alışıklardı, ama içlerinde o gün tanıştığım bir arkadaşımın arkadaşı vardı.. Arkadaşımın arkadaşı, ilk başta çok sinirlendi bana, öfkeden kıpkırmızı olmuş bir biçimde; "kanıtla, kanıtlasana o zaman" diyordu.. Tabii ki Türklerin IQ ortalamasını diğer milletlerin IQ ortalamasıyla karşılaştıran bir döküman sunamazdım kendisine o anda.. Sunabileceğim tek şey barizdi; içinde bulunduğumuz durum.. En iyi eğitim almış insanlarına vatani görev adı altında boya-badana yaptıran bir ülke.. Bu yüzden, en iyi eğitim alan insanlarının ülkeyi terk edip, göçlerin en zararlısı olan beyin göçüne konu oldukları ülke.. Bu yüzden muhafazakar bir parti açık açık gavur(kendi zihinlerindeki tabirle) yalakalığı yaptığı halde, aynı partinin açık ara iktidar olduğu bir ülke.. "Biz sizin iktidar olmanız için buradayız" diyen gençleri; "Gominist bunlar!" diye jandarmaya ihbar edip, sonra da "bize kimse sahip çıkmıyor" diye ağlayanların olduğu ülke.. 300 sene dünyaya hükmedip, sonra bütün dünyanın alay konusu olmuş ülke burası, ülkemiz Türkiye..

Hemen burada şu itiraz gelebilir, beklerim, çünkü dün gelmişti; "Madem bu kadar salağız, nasıl 300 sene dünyaya hükmettik?" Çünkü o 300 sene boyunca zenginliğin ölçütü topraktı ve topraklar bilek gücüyle kazanılırdı.. Türklerin, hem o gün hem bugün yapabildiği en iyi şey bilek gücüyle birilerine bir şeyi yaptırmaktır, bu yüzden Türklerin adı her zaman "barbar"dır.. Örneğin; Mavi Marmara gemisine çıkan iyi eğitimli İsrail komandolarını dövmekle övünür Türk insanı, ama o İsrail sahip olduğu ufacık toprak parçasında ürettiği tohumları, kökeni bir tarım devleti olan geniş topraklı Türkiye'ye satar.. Üstelik Türklerin yerli yersiz övündüğü askeri gücüne kaynak olan teknolojiyi de büyük ölçüde İsrail sağlar.. Ve sonra bu insanlar, İsrail komandolarını dövüyor olabilmekle övünür.. Einstein'ın dediği gibi, olmasın dilerim ama eğer illa olacaksa, 4. Dünya Savaşı taş ve sopayla yapılsa keşke..

Peki bu satırları bile Türkçe yazan biri olarak ben bir geri zekalı mıyım? Ya da bu satırları Türkçe okuyan siz kıymetli okurlar geri zekalı mısınız? Bu soruların yanıtları, bu yazının 2. kısmında......

25 Haziran 2010 Cuma

"Şeyid"imizin intikamını alıcam!

-Benim bebeğimi neden yarışmaya koymuyorsunuz?
-Bu zamana kadar tıklanan "Beğen"ler boşa mı gitti yani?
-Bence çok saçma, neden illa sizin sayfanızı da beğenmek zorundayız?

Bütün bunlar Facebook'taki bir yarışmadan.. Aslında sorular ve yazımları çok daha içler acısı halde, ben biraz hafiflettim, yazım hatalarını da düzelttim..

Bebek oyuncakları üreten bir marka bir yarışma düzenliyor.. Facebook'taki hayran sayfasına anneler bebeklerinin resimlerini yüklüyorlar, firma yetkilileri resimler kriterlere uyuyorsa onları yarışmaya alıyor, yarışma için oluşturulan albümde en çok kişinin "Beğen" yaptığı resim bu hayran sayfasının profil fotoğrafı oluyor ve bu bebeğe hediyeler gönderiliyor.. Facebook'un uygulaması gereği yarışmaya dahil edilen resimleri beğenmek için öncelikle sayfayı beğenmek gerekiyor, yani bu konuda firma hiçbir şey yapamaz, olay tamamen Facebook'la ilgili.. Yarışmanın şartları da; gönderilen resimde bu markanın oyuncaklarına yer verilmesi, başka bir markanın olmaması, bebeğin adının ve soyadının resmin adı veya resme yorum olarak yazılması.. Her şey açık mı? Evet yanıtını verenlere şöyle söyleyeyim; firmanın yetkilileri yarışma başladığı günden beri yukarıdakine benzer onlarca soruyla uğraşıyorlar, sizler için her şey açık çünkü yazdıklarımı okudunuz, peki ama okumasaydınız? Tıpkı bu yarışmaya bebeğini dahil etmek isteyen yüzlerce annenin yaptığı, pardon yapmadığı gibi.. Tek yapmaları gereken gayet açık, net, kolay anlaşılır olan yarışma kurallarını okumak.. Ama ne yazık ki, okurken fenalık geçiren bir toplumun fertleri onlar, okumaya ne genleri ne de eğitimleri müsait.. "Eğitimleri" derken yanlış anlaşılmak istemem, kimsenin eğitim seviyesini küçümsemek niyetinde değilim, kastettiğim şey bütün bir toplum olarak aldığımız eğitim.. Okumak, araştırmak yerine bize özel hazırlanmış cevabın gelmesini beklemek eğitim sistemimizin en temel yapı taşı değil midir? İşte bu insanlar da aslında çocukluktan beri aldıkları eğitimin gerektirdiği şekilde davranıyorlar.. Kuralları okumak yerine; "Eee nası olüyür şindi bu yarışma?" diye soruyorlar..

Peki bu zamana kadar anlattıklarımın başlıktaki "şeyid"le "intikam"la ne ilgisi var? Facebook muhteşem bir kaynak sosyolojik gözlemler için.. Muazzam örnekler var, üstelik örneklerinizi ekonomik duruma, yaşa, cinsiyete, eğitim durumuna göre ayırmanıza imkan veriyor.. Geçen gün gördüm, öldürmeye çok hevesli bir gencimiz harfiyen şöyle yazmıştı bir fotoğrafın altına: "Askere gider gitmez şeyidimizin intikamını alıcam".. Hal bu ki, Facebook'ta altına yorum yazılacak fotoğraf kovalamayı bırakıp gazete okusaydı, onun "şeyit" değil "şehit" olduğunu görürdü, zira her gün bir şehit haberi okuyoruz..

Bu ülke terörle mücadeleyi, okuma yetisini arada sırada kullanan insanlarla yürütmeye çalışıyor.. Okumaktan sıkılan, bir an önce öldürmek ve ölmek isteyen insanlarla.. Ne yazık ki; kazanmak için can attığı yarışmanın kurallarını bile okumaya üşenen annenin yetiştirdiği çocuk, "şeyid"inin intikamını almak için sabırsızlanan çocuk oluyor en fazla.. Okuyup iyi bir eğitim alarak halkına yardım etmeyi asla aklının ucuna bile getirmeyen çocuk, bir an önce askere gidip vatan için ölmek istiyor.. Ve, ne zaman ki vatanı için ölmeye can atan birilerine denk gelsem, Namık Kemal'in şu sözlerinin önünde ayağa kalkar ve karşısında saygıyla eğilirim:

"Vatan için ölmek de var,
Lakin borcun yaşamaktır.."

21 Haziran 2010 Pazartesi

Siz buralarda yabancıları sever misiniz?

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.. Orası kesin.. Ama hafıza-i veled nisyan ile malul değildir.. Çocuklar hiçbir şeyi unutmazlar.. Ben de unutmadım.. Şudur hikayem:

İlkokul yıllarında inanılmaz bir şiir yazma sevdası peydah olmuştu bana.. Sanki o şiirler bir makineden çıkmış gibi yazıyordum, eğitim haftası, orman günü, kabotaj bayramı, tapu kadastro karnavalı gibi özel gün kutlamalarında eğitim sistemimizin çok sevdiği milli şairlerin eserlerinin ardından benimkiler okunurdu.. O yıllar Bosna Savaşı'nın sonunun geldiği yıllardı, ancak etkileri savaş hala devam ediyormuşcasına sürüyordu.. Bosna için düzenlenen yardım kampanyalarında savaş yıllarından görüntüler kullanılırdı.. 8-9 yaşlarında bir çocuk olarak bu görüntüler inanılmaz etkilerdi beni, hatırlasanıza okula giderken üzerine yaylım ateşi açılan çocuklar olurdu o görüntülerde.. Bunun üzerine çocuk aklım bir şiir yazdı.. Salaklık bende ya, bu şiiri öğretmenle paylaştım.. Beğenmedi tabii ki; "Neden bu kadar karamsarsın?".. Hal bu ki barışın daim olduğu, herkesin bolluk ve huzur içinde yaşadığı mükemmel dünyamızda karamsarlığa ne gerek vardı? Yılmadım ama, içimdeki yazma isteği kaybolmadı, ortaokul sıralarına da taşıdım bu isteği, kompozisyon sınavlarında açık ara fark atardım sınıf arkadaşlarıma, Türkçe ve Tarih dersleri hep paçamı kurtaran dersler olurdu..

İşte o yazma isteği bugüne kadar geldi.. Hayret, her istek bu kadar uzun devam ettirilemez genelde.. Aslında bu isteği, hatta istekten de öte ihtiyacı, Ekşi Sözlük büyük ölçüde tatmin ediyordu, hala da ediyor, ancak kafamın içindeki "blog yazarlığı yapmanın tadı başka olur" fikrini durduramadım.. Kuralsız, formatsız, hayal gücünü sınırlamadan yazabiliyor olmak cazip geldi bana.. Bir yabancıyım henüz bloglar aleminde, umarım bloglar alemi yabancıların hoş karşılanmadığı Vahşi Batı ya da Orta Anadolu kasabalarına benzemiyordur, umarım buralarda yabancılar seviliyordur..

Madem ki bu bir "ilk", o halde bu ilki okuyanlara bundan sonrası için fikir vermek lazım gelir.. Ne yazıyor olacağım burada? Çok kısa ve net bir yanıt vermek istiyorum kendi soruma.. Hayal gücümü.. Sitenin en başına yazdım; "bu blogun bir konusu, bir uzmanlık alanı yoktur".. Kendimi sınırlandırmak istemiyorum, şu konuda yazarım demek istemiyorum.. O gün neyi kurguladıysam kafamın içinde, akşamına gelip onu yazmak istiyorum.. Dilimi sınırlamak istemiyorum ya da üslubumu.. Zaten her insan gibi bir çok şey tarafından çerçeveler içine alınan dünyam, en azından blogumu yazarken çerçevelerin dışına taşsın istiyorum.. Ekşi Sözlük'e yazarken kendimce çok beğendiğim, ama yeterince okunmadığı için yine kendimce dert yandığım yazılarımı buraya da taşımak istiyorum.. Anılarımı yazmak istiyorum, "başıma gelen ilginç hadise"leri..

Ve ne yazarsam yazayım, elbette ki okunmak istiyorum.. Eleştiri almak istiyorum.. Takdir edilmek istiyorum.. Yerilmek istiyorum..

Ben henüz yabancısıyım buraların.. Siz buralarda yabancıları sever misiniz?