3 Ağustos 2010 Salı

Nasıl backpacker oldum? (Bölüm 1: Söylesene Türk olduğunu!)



O kadar heyecan verici bir blog dizisine başlamak üzereyim ki, ilk paragrafı ön söz olarak kullanmak istedim.. Aslında üzerinden yaklaşık 1 yıl geçmiş bir anıyı paylaşıyorum.. Ama sanırım biraz fazla özen gösteriyorum anılarıma, sadece bu anı için konuşmuyorum, genel anlamda böyle.. O yüzden istedim ki doğru zamanı bekleyeyim, yeterince insanın okuyacağından emin olayım, yeterince ayrıntılı paylaşabileceğimi bileyim.. Düşündüm ki yeterince detay verebilmenin en mantıklı yolu bu anıyı bölerek anlatmak.. Hepsini tek seferde okumak sizin için de zor olurdu sanırım.. Bu dizi sırasında göreceğiniz her blog farklı bir ülkede geçen günleri aktarıyor olacak.. Bir de söylemek isterim ki az sonra anlatacağım yolculuk sırasında ben hiç günlük tutmadım.. Şimdi bu satırları yazarken her anını tekrar yaşamak zorunda kalıyorum ki hiç şikayetçi değilim.. Biraz fotoğraf yardımı yeterli oluyor.. Neyse, biliyorum önsöz kısmı; kitabın atlanan kısmıdır, o yüzden bu kadar ön söz yeter...........

Nasıl geç kalmışım anlatamam.. Bir insan aylardır hayaliyle yaşadığı yolculuğa çıkacağı trene son dakikada mı yetişmeli? Şimdi aklıma geliyor da o trene yetişemesek ne yapardık bilmiyorum.. Bir gün eksilen Interrail pass'ine mi, yaklaşık 80 TL tutan Filia Ekspresi biletinin yanmasına mı, yoksa Selanik'i daha geç göreceğime mi üzülürdüm daha çok? Trene bindim, daha kompartımana yerleşemeden tren hareket etti.. Birkaç hafta sesini duyamayacağım insanları aramak istedim o anda, biletlere delik açıldıktan sonra telefona sarıldım.. Henüz İstanbul'u geride bırakalı çok olmamıştı ki tren durdu.. Gümrük kontrolü.. Bir süre sonra tekrar hareket etti, 30-40 metre kadar gidip yine durdu; "Visa? Passport?"

Hepsini geride bıraktık, artık Yunan makamları onaylamıştı, "backpacking" günleri başlıyordu benim için.. Bütün gün tren bileti, uyku tulumu, konserve peşinde koşuşturmak yormuştu bünyeyi, ayrıca sabaha dinlenmiş kalkıp bütün gün Selanik'in altını üstüne getirmek istiyordum, yol daha hızlı geçsin istiyordum.. Geçti nitekim.. Biz Balkanlar'ı geçerken raylar üzerinde, güneş de tırmanmakla meşguldü.. Görevliler yolcuları uyandırmaya başladılar 3 dilde; Günaydın, Good Morning, Kalimera.. Üçüne ayrı ayrı uyandım.. Kompartımanda başladı hazırlık, Türkiye'den stokladığım sandviç ekmeğinin üzerine zeytin ezmesi, reçel falan sürerek sahte bir kahvaltı yaptım, hepsini çantaya tıkıp hazır ola geçtim tren gara tam olarak yanaşana kadar..

Trenden inince yoldaşımla beraber, ki kendisine Halil diyoruz, turist masasına ilerledik garda.. Masadaki kadın önümüze bir harita açtı, çat pat İngilizce'siyle harita üzerinde turistik merkezleri tarif ediyor bize, ama belli ki zorlanıyor İngilizce konuşurken.. En sonunda kendisine bir "sadede gel hanım abla" bakışı fırlattım ve ekledim; "Peki Atatürk'ün meşhur pembe evi?".. Amanın kadın Türkçe dile geliverdi.. "E 2 saattir söylesenize Türk olduğunuzu!.." Hoppalaaaa! E güzel ablam, ben gelmişim Yunanistan'a, müneccim miyim ki kimin Türkçe konuştuğunu bileyim? :) Hanım abla bize Türkçe olarak tarif etti Selanik'te ne nerededir, biz de yola koyulduk..



Selanik çok güzel bir şehir, hep duymuştum İzmir'in Ege'nin karşı yakasındaki ikizi olduğunu, ama tek yumurta ikizi olduklarını bilmiyordum.. Bu iki şehrin resmi; "2 resim arasındaki 7 farkı bulun." yarışmalarında kullanılabilir.. Aynı kordon, aynı apartmanlar, aynı meydanlar, aynı insanlar, aynı havalı kızlar, aynı sıcak.. İnsanları için şu kadarını eklesem kâfi; Türkçe ve Yunanca iki farklı dil olmasa, kesinlikle bir Türk ve Yunan'ı ayırt etmenin hiçbir yolu yok, ne görünüşte ne davranışta.. Vitese tesbih takanlar, yere tükürenler, arabanın camından sarkıp kızlara laf atanlar, bağıra bağıra konuşanlar, yardımsever yol tarifleri vs.. Kızları için şu kadarını eklesem kâfi; bir ara yürürken çirkin bir kız gördüm, kafamı çevirip baktım "aa ne kadar ilginç" mimiğimle, o sırada artık güzel kızlara doğru kafamı çevirmeyi bırakmıştım, çünkü gözümle görebildiğim her yerde güzel kızlar mutlaka oluyordu.. Meraklısına, gece hayatı için şu kadarını eklesem kâfi; saat gece yarısını geçerken kordon boyunca yerleşmiş şık barlarda ve liman tarafındaki gece kulüplerinde, değil yere düşürmek, iğneyi atmaya fırsat bile yoktu..

O rehavete rağmen sabah erkenden uyandık.. Akşamüstü 6'da Mora Yarımadası'nın batısındaki Patra şehrinden kalkacak Bari feribotuna yetişmemiz şart ki Adriyatik'i ortadan yarıp maceralarımıza devam edebilelim.. Patra için takip etmemiz gereken rotayı önceden öğrendik; Selanik'ten Atina, Atina'yı ne yazık ki hiç göremeden Kiato, oradan otobüsle Patra.. Kiato'ya kadar her şey sorunsuz gitti, ne var ki Kiato-Patra otobüsü de bizi beklemeden gitti.. Tek çare var: Otostop.. İlk deneme Kiato treninde bizim yanımızda yolculuk eden 2 kızın bindiği bir araba üzerinde oldu.. Bir de onları almaya gelen kız arkadaşları var, yani 3 kızdılar arabada, kendimizi arabaya aldırma ihtimalimiz düşüktü kısacası.. Dedik ki; "Bizim kesinlikle 6'da Patra'da olmamız lazım, otostop çekmeye mecburuz, Patra yönü ne taraf? Direkt orada çekelim.." Kızlar tarif ettiler yolu, biz de gariban gariban oraya doğru yürümeye başladık.. Biraz ilerlediğimiz anda kızların arabası yanımızda durdu: "Ana yola çıkmanıza daha çok var, en azından ana yola kadar sizi bırakabiliriz.." Hayır diyemedik :).. Ana yola bıraktılar bizi, sıcağın göbeğinde bizi Patra'ya götürecek yardımsever Yunan'ı bekliyorduk.. Yarım saat kadar sabredip el-kol salladık geçenlere, bir süre sonra, bir araba, bizi 30 metre kadar geçtikten sonra durabildi.. Zıpladık tabii sevinçten.. Aracın sahibi İngilizce bilmiyordu, ama inanın sadece el-kol hareketlerimizden, tiplerimizden, giyimimizden saat 6'da Patra'daki feribota yetişmeye çalıştığımızı anladı.. Yunanca anlamadığım için olayın bundan sonraki kısmını tahmin edebiliyorum en fazla.. Amca bizi bir kasabaya götürüp en yakın Patra otobüsüne ne zaman, nereden binebileceğimizi sordu kasabadaki otobüs şirketi görevlisine, daha sonra bizi otoyol kenarındaki bir durağa getirdi, yolun kenarında yürürken yanımıza yanaşan otoyol polisine laf anlattı, bize Patra otobüsünün birazdan geleceğini anlatmaya çalıştı ki bu konuda da başarılı oldu, oradaki başka bir amcayı; "bak bu gençler Patra'ya gidecek, Yunanca falan bilmiyorlar, doğru otobüs geçerken durdur, bunları bindir" diye tembihledi.. Lakin tembihlediği amca sigarasına o kadar konsantre olmuştu ki otobüsü falan unuttu, ben son anda farkettim otobüsün önündeki Yunan harflerinin Patra demek olduğunu, can havliyle durdurduk..

Feribota 1.5 saat kala Patra'daydık..



(Bu bloga eklediğim fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)
1. bölümün sonu...

4 yorum:

  1. bu post bir başkaydı. bunda selanik li olmamım da etkisi büyük :)

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,
    Profilinizde mailiniz olmadığı için size direkt olarak ulaşamadık. Anılarınızı sitenizin lingkini de vererek www.trenlegeziyorum.com 'da yayınlayabilir miyiz acaba?
    Teşekkürler..

    YanıtlaSil
  3. Tabii ki.. Tek ricam (zaten siz de belirtmişsiniz) lütfen link vererek kaynak belirtin.. bu arada; izeytinci@gmail.com

    YanıtlaSil