17 Ağustos 2010 Salı

Nasıl backpacker oldum? (Bölüm 5: Kalacak yer lazım mı?)


Sabaha karşı Zagreb'teki istasyona vardık.. O anda istasyon açık ama içeride sadece bizimle aynı trende seyahat etmiş olanlar var, bir de orada olmak zorunda olan görevliler.. Biz bizeyiz yani :) İstasyondaki büfeler kapalı, bilet gişeleri kapalı.. Hava alacakaranlıktı, güneş henüz ortalarda yoktu ama ışığını az da olsa önceden yollamıştı.. Hırvatistan'da asıl varmak istediğimiz nokta Dubrovnik'ti.. Bunun için Zagreb'ten Split'e bir tren yolculuğu daha yapıp, Split'ten otobüse binmemiz gerekiyordu, zira Dubrovnik'in demiryolu bağlantısı yoktu.. Split'e gidecek en yakın tren aslında bir sabah treni olmasına rağmen, biz o kadar saçma bir saatte Zagreb'e varmıştık ki daha Split yolculuğumuza saatler vardı.. O saatte gidecek herhangi bir yerimiz olmadığı için, tıpkı gidecek herhangi bir yeri olmayan diğer backpackerlar gibi, boş bulduğumuz bir banka yamandık.. Ama nasıl uykum var anlatamam, banka da sığamıyorum üstelik.. Ben de rahat etmek için yere oturdum, çantamın yumuşaklığından faydalanmak için çantayı banka, sırtımı çantaya yasladım.. Koridoru kapatıyor olduğum umrumda değildi, zaten istasyonda kimsenin olmadığı o saatte ne koridoru? Ancak sabah olunca istasyona gelen polisler umursamış olacaklar ki ayağımdan dürttüler beni, o şekilde uyanmış oldum.. Enteresan bir uyandırılma, öpülerek uyandırılmayı tercih ederdim, ama tabii ki Hırvat polisi tarafından değil.. :) Yolculuk satine az kalmıştı, trene doğru ilerledik..

Zagreb-Split arasında çalışan tren tipi Hırvatistan'ın sahip olduğu en modern trenler, oldukça yeniler ve oldukça iyi durumdalar.. Bunun sanırım iki nedeni var; birincisi, zaten Zagreb ve Split ülkenin en büyük iki şehri; ikincisi de, iki şehir arasındaki demiryolu zor bir coğrafyada uzanıyor.. İlkin bu coğrafya, bir tren yolculuğu sırasında azap olabilir gibi geliyor ama kazın ayağı öyle değil.. Muhteşem bir doğanın, trenin içinde de olsa, parçası oluyorsunuz.. 5 saat sürüyor bu doğayla bütünleşme.. Sonra Split.. Split, bir deniz ticareti kenti, ancak turizm konusunda da epey ilerlemiş durumda.. İzmir gibi düşünün, Split'in merkezinin biraz ilerisi Urla, Çeşme, Alaçatı.. Bu yüzden trenden indiğiniz anda etrafınızı, evindeki odaları turistlere kiralayarak geçimini sağlayan yerli halk sarıyor.. Sonradan farkettik ki; bu sadece Split için geçerli değilmiş, Hırvatistan'ın ve Bosna-Hersek'in turizmi bu şekilde yürüyormuş.. Bizim derdimiz kalacak yer değil, gidecek otobüstü.. Neyse ki fazla zorlanmadık.. Zagreb-Split arasında ormana ne kadar doyduysak, Split-Dubrovnik arasında da denize o kadar doyduk.. O kadar güzel bir fırsat ki neredeyse bütün yolculuk deniz manzaralı geçiyor.. Coğrafya derslerinde öğretilen ama Türkiye'de olmadığı için bir türlü kafaya yerleşmeyen Dalmaçya tipi kıyıya doyduk resmen..



Split-Dubrovnik arasındaki yolculukta ilginç bir ayrıntı var.. Çünkü Dubrovnik, Hırvatistan'ın bir şehri olsa da Hırvatistan'ın geri kalanıyla kara veya deniz bağlantısı yok.. Yolculuk sırasında Hırvat sınırından çıkıyorsunuz, pasaportlarınıza çıkış mührü vuruluyor, yarım saat kadar Bosna-Hersek içinde ilerledikten sonra tekrar Hırvatistan sınırına yani Dubrovnik'e giriyorsunuz, pasaportunuza tekrar giriş mührü vuruluyor..

Akşama doğru Dubrovnik'e vardık, etrafımızı yine yerli halk sardı, bu sefer gerçekten kalacak yere ihtiyacımız var.. Bir sürü insan hemen hemen aynı teklifle peşinize takıldığı için pazarlık yapma şansınız çok fazla.. Hırvatların anlamadığı nokta; turist kazıklamak için rekabet değil işbirliği gerekir.. Türk esnafından öğrenmeleri gereken çok şey var.. Oldukça uygun fiyata bir oda bulduk, üstelik ev sahibimiz olan hanım bizi eve kendi arabasıyla götürecekti.. Olası bir taksi harcaması bu şekilde bertaraf edilmiş oldu.. Oldukça hoş bir ev, temiz bir odaydı kaldığımız.. Eve yerleştikten sonra kısa bir çevre turu attık, Dubrovnik'i gezmek ertesi sabaha bırakıldı..



Ertesi sabaha kötü bir sürprizle uyandık.. Yağmur.. Aslında yağmur kötü addedilecek bir sürpriz değil, ancak Dubrovnik'in denizinin hayaliyle Dubrovnik'e giden biri için Dubrovnik'te geçireceği tek günde yağmur yağması kötü.. Yine de azimle mayomu ve terliklerimi giydim, denize giremiyorsam yağmurda ıslanırım arkadaş! Dubrovnik'in tarihi merkezine girdim.. Dubrovnik, bir kale şehir.. Etrafı kalın duvarlarla ve denizle çevrili, tek bağlantısı zamanında iyi korunduğuna emin olduğum bir liman.. Bu sayede zamanında fırtına gibi esen Osmanlı Donanması'na dahi teslim olmamışlar, bu küçük ama azimli şehirle çok işi olduğunu farkeden Osmanlı da, şehirden aldığı vergiyle yetinmek zorunda kalmış.. Hırvatlar, Sırp-Hırvat-Boşnak Savaşı'nda büyük zararlar gören bu şehre, savaş sonrasında çok iyi hayat vermişler.. Her şey aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş, her yer tertemiz.. Tarihi Dubrovnik'teki ana caddeye Stradun deniyor, buradaki tarihi yapılar restore edildikten sonra mağazalar, barlar, restaurantlar, pansiyonlar yerleşmiş sağlı sollu.. Ancak Dubrovnik hakkında asıl fikri verecek olan surların üzerinde, şehrin etrafında atacağınız bir tur.. Benim bu turdan sonraki tercihim Stradun'da gidip gelmekten ziyade, tıpkı diğer şehirlerde de yaptığım gibi, ara sokakları tanımaya çalışmak oldu.. Her ne kadar bir kalenin surlarının içiyle sınırlı da olsa, sonuçta eski Dubrovnik de bir şehir ve bir şehri tanımanın en iyi yolu ara sokaklarını tanımaktır.. İşte Dubrovnik'i bana en çok sevdiren buydu..





Dubrovnik'in son yıllarda bu denli parlamasını anlamak zor değil.. Üstelik bir gün içinde görebildiğim kadarıyla, Türkiye'nin sahip olduğunun çok çok üstünde kalitede bir turist profiline sahip.. Ne diyelim, yolları açık olsun.. Aldığı övgüyü sonuna kadar hakeden bir ülke Hırvatistan..

Ertesi sabah, Dubrovnik'in demiryolu bağlantısı olmamasından sebep yine otobüslerin arasında bulduk kendimizi.. Bu sefer hedef Mostar..



(Bu bloga eklediğim fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)
5. bölümün sonu...

1 yorum:

  1. yazıya güzel bir giriş yapmışsın. hiç tren yolculuğu yapmayan ben hasetimden n'apacağımı bilmez haldeyim.

    normalde uzun postlar okunmaz blog aleminde. ancak okumayı seveceksin, zamanın olacak ve en önemlisi yazı sıkmayacak. ben sıkılmadan okudum, okurken oralardan geçtim. bunu hissettirmiş olman güzel. fotoğraf paylaşımları güzel olmuş.kalemine sağlık...

    YanıtlaSil