29 Ağustos 2010 Pazar

Nasıl backpacker oldum? (Bölüm 10: You guys wanna smoke?)


Krakow'dan ayrılması zor oldu.. Ayaklarımız geriye bakıyordu hostel-istasyon arasındaki yolda.. Hani annesiyle marketi gezerken oyuncak reyonunun önünden hızla geçmek zorunda kalan çocuklar olur ya, bir oyuncak reyonu gibiydi Krakow, biz de annesinin elinden tutmuş çocuklar.. Sırada Prag var.. Sabah çok erken saatlerde vardık Prag'a.. Budapeşte'den sonra yine büyük bir şehirdeyiz.. Öyle ki, hostele ulaşmak için önce şehrin metro ağını çözmemiz gerekiyor.. Biraz sancılı bir süreç oldu hosteli bulmak.. Bulduğumuzda da bir sürpriz karşılıyordu bizi.. Giriş yapabilmemiz için öğleden sonra 2'yi beklememiz gerekiyormuş.. Ne yapalım biz de Prag turu yapar öyle yerleşiriz dedik, attık çantaları emanete.. Tam çantalardan kurtulmuş, çıkmaya hazırlanıyorduk ki Krakow'dan sonra bu hostelde de sabahları kahvaltı ikram ettiklerini öğrendik.. Yüzler güldü tabii ki.. Madem ısrar ettiler, kahvaltıya kalalım, kırmayalım onları diye düşündük..



Kahvaltıdan sonra çıktık hostelden.. Bu kez metro ağıyla işimiz yok, çok sağlam tüyolar aldık Prag ulaşım sistemiyle ilgili.. Hostelin 100 metre ilerisinden tramvaya biniyoruz, direkt tarihi Prag'ın içindeyiz.. Bunu öğrendiğimiz iyi oldu, bu tüyoyla ilerleyince hiç de karışık değilmiş Prag.. Üstelik kimse bilet falan da sormadı bu kadar tramvay kullanımında.. Prag'daki bu ilk gün turumuzda hedef Prag Kalesi ve Katedrali.. Tıpkı Krakow gibi, kale ve katedral yan yana.. Aristokrasi, teokrasi el ele.. Al sana skolastik Avrupa.. Avrupa'ya ne olduysa rönesans, reform, sanayi devrimi üçlüsünden sonra oldu zaten.. Neyse, bu başka bir yazının konusu olsun.. Biz Prag'dan konuşmaya devam edelim.. Kafka'nın, gotik mimarinin şehri.. Kısaca, kuleler şehri Prag.. Kale ve katedrali gezdikten sonra; sadece bir kişinin geçmesine izin veren, bu yüzden biri yürürken karşı tarafta bekleyene kırmızı ışık yanan Avrupa'nın en dar sokağı, Kafka Müzesi, ki kendisi Kafka'nın doğduğu evdir, ve Charles Bridge de gezildi, ilk gündüz turu tamamlandı.. Sırada Prag gece hayatı var.. Prag gece hayatı şöyle özetlenebilir: Erotik gösterilerin yapıldığı kumarhaneler, sizi bunlara çekmeye çalışan, "gel abi, erotik şov var"cı zenciler ve adım başı size sessizce yaklaşan; "you guys wanna smoke? I got good stuff"cılar.. Bunlarla ayak üstü pazarlık çok rahat oluyor, biraz kendine güvenen bir ses tonuyla 1000 Koruna(40 Euro)'dan başlayan pazarlığı 400 Koruna(16 Euro)'ya sonlandırabilirsiniz.. Geceniz hayrolsun.. :)



Ertesi günün hedefi Prag'ın tarihi merkezi.. Kulelerin ortasında kalmış meydanı ve o meydanın üzerinde dikelen saat kulesi.. Saat kulesinin ilginç bir özelliği var: Her saat başı saatin etrafındaki yuvalardan kuklalar çıkıyor ve kulenin çanlarını onlar çalıyorlar.. Dolayısıyla her saat başı kulenin etrafında bir kalabalık toplanıyor, bu "minik" gösteriyi izlemek için.. Kulenin tepesinden Prag manzarasını izlerken bizim bu durumdan haberimiz yoktu.. Bizim için toplanan öfkeli kalabalık zannettik biz o kalabalığı.. Tek amaçlarının kuklaları seyretmek olduğunu fark edince, biz de onların arasına karıştık.. (Yazının altında bu gösteriye dair bir video bulacaksınız, şekil bozukluğu için özür dilerim..)



Prag'daki 3. günde yoldaşımla yollarımız ayrıldı, o Viyana'ya bir arkadaşını ziyarete gidecek, bense yarım gün daha Prag'da kalıp sonrasında rotamın son noktası olan Frankfurt'a gideceğim.. Frankfurt biraz zorunlu bir son durak oldu.. Kürkçü dükkanına, Türkiye'ye bulabildiğim en ucuz uçak oradandı.. Bir günlüğüne Frankfurt'u gezmek için zamanım var, sonrasında dönüş.. Prag'da tek başıma kaldığım yarım günde, diğer şehirlerde de yaptığım gibi ara sokaklar keşfine çıktım.. Bir şehri gerçekten hissedebilmenin tek yolu: Birkaç saatliğine de olsa kendinizi turist olarak görmeyi bırakıp, doğma büyüme oralı gibi hissetmek.. Sonra o da son buldu, ben yine istasyonda, bu sefer Frankfurt treni için...





(Bu bloga eklediğim fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)
10. bölümün sonu...

1 yorum: