21 Ağustos 2010 Cumartesi

Nasıl backpacker oldum? (Bölüm 6: Burada uyuyamazsınız!)


Bosna-Hersek'e doğru yolculuk başladı.. Yine ilginç bir yolculuk olacak, Hırvatistan'dan çıkacağız, sonra tekrar Hırvatistan'a gireceğiz, sonra tekrar Hırvatistan'dan çıkacağız.. Öğleye doğru Mostar'a vardık, günlerden pazar.. Planımız öğleye kadar Mostar'ı gezip, makul bir saatte trene atlayıp Saraybosna'ya gitmek ve günün geri kalanında Saraybosna'yı gezmek.. Zaten gerek Mostar, gerek Saraybosna bir günde rahatlıkla gezilebilecek küçüklükte şehirler.. Gelgelelim olaylar hiç de planladığımız gibi gelişmiyor, o gün pazar olduğu için Mostar'dan kalkacak tek tren akşama doğru kalkıyor.. Yani bugün Mostar'dayız, Saraybosna'yı sadece akşam göreceğiz.. Akşam varacağımız Saraybosna'dan sabahın erken saatlerinde kalkan Budapeşte treni ile ayrılacağız.. Bu durumda kalacak bir yere para harcamak çok mantıksız.. Yoldaşıma baktım; "Sabahlar mıyız?" dedim.. "Sabahlarız" dedi.. Program böylelikle şekillenmiş oldu.. Gün boyu Mostar'ı geziyoruz, akşama Saraybosna'ya varıyoruz, sabaha kadar ayakta kalıp Budapeşte trenine atlıyoruz..



Mostar, Bosna-Hersek'in ikinci büyük şehri, ancak Türkiye'de olsa il bile yapılmazdı.. Çok küçük bir yer.. Evlerin duvarlarında kocaman mermi ve patlama izleri, sokaklarda irili ufaklı, misafirlerinin çoğunun taşında 1993 yazan mezarlıklar var.. İnanılmaz iç acıtıcı bir durum.. Biraz yürüdükten sonra meşhur Mostar köprüsünü ve onun altından geçen muhteşem nehri gördük.. O berrak nehrin kenarında Çantaları yere atıp onların üzerinde kahvaltı etmek yorucu geçecek gün için güzel bir başlangıç.. Hep biz çantaları taşıyoruz, biraz da onlar bizi taşısınlar.. Nehrin kenarında soluklandıktan sonra köprüye çıktık.. Köprü ve etrafındaki çarşı Mostar'ın turist bölgesi.. Köprünün girişinde Mostar Diving Club adlı bir yer var, arada bir oradan insanlar çıkıp kendilerini köprüden aşağıya, buz gibi suya bırakıyorlar.. Tıpkı köprü gibi; Osmanlı zamanında yaptırılıp, savaş sonrasında Türkiye tarafından restore edilen bir de tarihi cami var ve köprüye ait en güzel manzara bu caminin avlusundan seyredilebiliyor.. Bu camiye giriş için turistlerden para alınıyor, ancak Bosna-Hersek'te Türkler turist sayılmıyor.. Türkçe konuştuğumuzu fark eden görevli, caminin avlusuna girip manzarayı seyretmek istediğimizi anlayınca bizi içeriye aldı.. Türkiye'nin Mostar'daki Bosna-Hersek Başkonsolosluğu da köprü ve caminin yer aldığı turistik bölgede.. Türkler Bosna'da en çok sevilen millet..



Akşama doğru trene bindik ve tıpkı Hırvatistan'da olduğu gibi çok güzel bir doğanın içinden geçerek başkent Saraybosna'ya vardık.. Pazar akşamıydı ve Müslümanlar için aylardan Ramazan'dı.. İstasyon çevresi hayalet şehir gibiydi.. Merkeze ulaşmak için tarif isteyebileceğimiz kimse yoktu etrafta.. Neyse ki; bizim durumumuzda olan başka insanlar vardı ve onların bazıları Saraybosna'yı biliyordu.. Bu saatte tramvay olacağını söylediler, hep birlikte durağa gittik.. Tramvayla ilerlerken, bir köprünün yanında, bize yardım eden turistlerden biri şöyle dedi bana: "Bak.. Burası Gavrilo Princip'in Avusturya-Macaristan prensini öldürdüğü yer, 1. Dünya Savaşı burada başladı.." Kanım dondu.. Tarihin akışını değiştiren bir köprünün yanından geçiyorduk.. Başçarşı'da tramvaydan indik, gerçekten çok renkli bir çarşı, yine bir Osmanlı yapımı.. Türkiye'deki Osmanlı çarşılarından çok daha iyi korunmuş durumda.. Başçarşının içinde bir lokantada Boşnakların meşhur yemeği Cevabcici'den yedik.. Pidenin içinde, bol soğanla birlikte servis edilen bir köfte türü.. İnanılmaz lezzetliydi, hele ki bütün gün yürümek zorunda kalıp, yemek yemeye fırsatı olmayan bize..



Sabahlamayı umarak geldiğimiz Saraybosna'da daha fazla yapacak bir şeyimiz kalmamıştı, istasyona geri dönüp bir yerlere kıvrılalım dedik.. İstasyonun kapalı olduğu gerçeğiyle yüzleşmek bizim için zor oldu.. 24 saat açık olacağını tahmin ettiğimiz bir büfede birer çay içip sabaha kadar oturmaya karar verdik.. Büfe açıktı açık olmasına ama gecenin ilerleyen saatlerinde, yorgunluktan göz kapaklarımız düştükçe gelip bizi uyarıyorlardı: "Burada uyuyamazsınız!".. Muhtemelen adamlar oraya uyumaya gelen insanlardan bezmişlerdi haklı olarak.. İstasyonun dışında, sote bir yere uyku tulumlarımızı açtık.. Lakin eylül ayının henüz başında, Saraybosna'da gece hava sıcaklığı 10 dereceydi.. Bir süre sonra yoldaşım seslendi: "Uyudun mu?".. Uyumamıştım tabii ki, donuyordum.. "Kalk, büfeye girelim oturalım, yoksa donarak ölürüz burada" dedi.. Büfeye girdik, "burada uyuyamazsınız" uyarısını tekrar duymamak için istasyon açılana kadar gözümüzü kırpmadık..



(Bu bloga eklediğim fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)
6. bölümün sonu...

4 yorum:

  1. okurken kafamın içinde nazan öncel in bir bilet alalım trenlere binelim cuf cuf gidelim hadi gel gidelim anıları yazalım parçası döndü.

    kıyamam size ya bi uyutmamışlar :(

    bu gidişle deneme yazıları yazacaksın. hadi hayırlısı.

    YanıtlaSil
  2. valla okuncağını bilsem roman bile yazasım var..

    YanıtlaSil
  3. bu güzellikle okunur. hikaye/roman tadında gezi kitabı yazabilirsin misal :)

    YanıtlaSil