12 Ağustos 2010 Perşembe

Nasıl backpacker oldum? (Bölüm 3: Rönesans ayaklarımızın altında!)


Hedeflediğimiz rotada bir sapma yoktu.. İtalya'ya varmıştık ve kuzeye yolculuğumuz başlamıştı.. Roma'dan sonra sırada Floransa var.. Havanın yeni yeni karardığı saatlerde, Floransa merkez istasyonundan bir önceki istasyonda trenden indik.. Yine elimizde hostelin adres tarifi.. Yalnız bu seferki tam olarak bir hostel değil, Floransa'nın biraz dışında kalan Michelangelo Tepesi'nde bir kamp alanı.. Kamp alanında bir bungalov kiraladık, orada kalacağız.. Kamp alanına ulaşım otobüsle olacak, hatta hangi otobüse binmemiz gerektiği de yazıyor kağıtta ama biz bir türlü otobüse binecek durak bulamadık etrafta.. Otobüs durağını bulduktan sonra doğru numaralı otobüse, doğru yönden binmek adına bir kaygı aldı bizi.. Otobüs bekleyen çok yardımsever bir İtalyan'a sorduk, bütün ayrıntılarıyla anlattı bize.. Önce nasıl gideceğimizi, sonra Floransa'yı.. Dediklerini harfiyen uyguladık, bir durak farkla da olsa bulduk kampı.. Neyse ki kaçırdığımız durak indiğimiz durağa uzak değilmiş..

Çok az yürüyerek o günkü asıl hedefe ulaştık.. Resepsiyonda kayıt yaptırmamız lazım, ama ben dikkatimi manzaradan alıp görevliye veremiyorum.. Rönesans ayaklarımızın altında.. Öyle güzel bir manzara.. Kayıt bitti, zeytin ağaçlarının arasından yürüyüp bize ait olan bungalovu bulduk.. Bungalov dediysem de, öyle tahta kulübe gibi düşünmeyin.. Karavan kasası büyüklüğündeki bir prefabrik ev olarak betimleyebilirim, 3 tane yatak var içeride, o kadar.. Hemen karavanın dışında yerden sadece 30-40 cm yüksekliğinde olan bir çeşme var, el-yüz yıkamalık.. Tuvalate, duşlara gitmek için yürümek gerekiyor.. Girdik karavana, bizden başkası yoktu ki bu sevindirici bir durum, diğer yatağı çantaları parketmek için kullanabileceğimiz anlamına geliyor.. İçeriyi biraz olsun görmek istiyoruz ama o da ne? Karavanda ışık yok! Önce bunun ortamı ziyaretçilere daha iyi yaşatmak adına kasıtlı olarak atılmış bir adım olduğunu düşünmüştüm, sabah kalkıp da ranzanın köşesindeki kocaman florasanı bulunca bu düşüncemden vazgeçtim.. :) Neyse, karavanda vakit geçirmeye can atmıyorduk zaten, bizim Floransa'yı gören bir manzaramız vardı.. Çıktık kulübeden dışarı, kampın bir marketi ve marketten alınanların tüketildiği, manzaraya karşı bir cafesi vardı, markette de gayet uygun fiyatlı Toscana vadisi şarapları.. Bir insana o anda daha başka ne lazım olabilir? Belki tirbuşon.. :)



O kadar temiz havası olan bir yerde uyuduk ki sabaha oldukça dinlenmiş kalktık.. Hemen rönesansın küllerine doğru yola koyulduk.. Hani İstanbul'u karanlıkta görmek daha güzeldir ya, karanlık o iğrenç yapılaşmayı örter ve sadece güzelliği görünür İstanbul'un, ilkin karanlıkta gördüğümüz Floransa, gün doğduğunda güzelliğini kaybetmemişti.. Saklayacak hiçbir şeyi yoktu.. Bu şehirden bu kadar ressam, heykeltıraş çıkmasına hiç şaşırmamalı.. Şehir, bir bütün halinde sanat eseri.. Katedralleri, kiliseleri, müzeleri, kamu binaları, köprüleri, evleri, meydanları, yani şehrin sahip olduğu her parça, ben estetiğim diye avaz avaz bağırıyor.. Lütfedip herhangi bir müzeye girmeseniz bile meydanlarda gördüğünüz heykellerin sayısı, kalitesi ve tarihi sizi sanata doyuruyor.. Böyle bir şehirde düşünce baskı altında tutulabilir mi? Tutulamamış nitekim.. İyi ki de tutulamamış..

Gün sonunda Floransa'nın keşfini, tıpkı Roma'da olduğu gibi, kol büyüklüğünde bir dondurmayla kutladık.. Ve kendimizi istasyonda bulduk..



(Bu bloga eklediğim fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)
3. bölümün sonu...

2 yorum:

  1. anlatım dışında yapılan gezinin harikalığı da yansımış yazılarına.

    hani bazen insan bir yerlere gittiğinde sürekli fotoğraf çeker ve döndüğünde gittiği yeri fotoğraflardan görür ya işte öyle bir gezi olmuş olsaydı bu yazı(lar) çıkmazdı...

    YanıtlaSil
  2. özellikle çok fazla fotoğraf çekmedim ki onlara güvenip ayrıntıları unutmayayım.. :)

    YanıtlaSil